29 Kasım 2012 Perşembe

Bir sürpriz yaptım. Metrocity D&R'daki kitaplarımdan birini, imzalayıp rafa bıraktım. Bakalım kim alacak...

Bir sürpriz yaptım. Metrocity D&R'daki kitaplarımdan birini, imzalayıp rafa bıraktım. Bakalım kim alacak...

1 Kasım 2012 Perşembe

18 Ekim 2012 Perşembe

VUSLAT, Oya İşboğa Yorumu...

http://www.youtube.com/watch?v=jQyVt_YKJdM

Özlemle...

ALBÜM: 'Yağmur'
SOLİST: Oya İşboğa
ŞARKI: 'VUSLAT'
BESTE: Halil Karaduman
SÖZ: Attila Şanbay

Kanun: Halil Karaduman
Ud: Enver Mete Aslan
Viyolensel: Özgür Özgüler
Keman: Baki Kemancı
Kemençe: Nağme Yarkın
Kontrbas: Umut Sel
Akordeon: Şevket Aşıkuzun
Piyano: Şevket Aşıkuzun
Perküsyon: Ferruh Yarkın

16 Ekim 2012 Salı

Yeni Romandan...

"Bu gece ay, üzerine örümcek ağları yapışmış loş bir bodrum katı ampulü gibi, uğursuzca göğün tavanından sarkıyordu.
Ve bilirsiniz...loş bodrum katlarında bazen, istenmedik şeyler yaşanır..."

©Attila Şanbay (Yeni romandan)

30 Eylül 2012 Pazar

6. Beyoğlu Sahaf Festivali'nde kitaplara baktım, kitap aldım. Okşadım onları...

27 Eylül 2012 Perşembe

Hürriyet Yazar Kafe'de İlle Kitap röportajım.

www.yazarkafe.com/icerik/442006/kultur_sanat/aynadakiler-yazari-attila-sanbay-ile-roportaj.htm

2 Ağustos 2012 Perşembe

(Yeni Albüm) Oya İşboğa - 'Yağmur' (Grup Türk Kahvesi ve Benden de Sözler...)


(Yeni Albüm) Oya İşboğa - 'Yağmur' (Grup Türk Kahvesi ve Benden de Sözler...)
Oya İşboğa’nın Yağmur isimli albümü, MAG Yapı ve Sanat Evi etiketiyle raflardaki yerini aldı. Sazının ve sesinin ustası başarılı sanatçılardan oluşan Grup Türk Kahvesi eşliğinde icra edilen albüm, birbirinden güzel eserlerden oluşuyor. 
Albümdeki ‘Vuslat’, ‘Türk Kahvesi’, ‘Özleyince Beni Düşün Sadece’ ve ‘Lütfen Çabuk Gel’ isimli dört eserin sözleri naçizena ben Attila Şanbay’a, besteleri ise değerli üstad Halil Karaduman’a aittir.
Albümün solisti Oya İşboğa, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı lisans ve Haliç Üniversitesi yüksek lisans mezunudur. 2007 yılında yaptığı ilk albümü “Şimdi Hatırda mıdır?” da Türk Müziği’nin klasik formdaki eserlerini seslendirmiş ve özellikle bir kuşağın büyük beğenisini kazanmıştır. Yurt içi ve yurt dışındaki proje ve sahne çalışmalarını devam ettiren sanatçı, aynı zamanda Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Türk Müziği solfej ve nazariyatı dersleri vermektedir. 
Oya İşboğa’ya eşlik eden Grup Türk Kahvesi, Halil Karaduman tarafından 2010 yılında kuruldu. Osmanlı Coğrafyasını kapsayan geniş bir yelpazeye hitap etmeyi amaçlayan grup, bugüne kadar aralarında Tunus, Cezayir, Yunanistan ve Kuveyt de olmak üzere, çok sayıda ülkede yerel gruplarla konserler gerçekleştirdi. 
Grubun yeni solisti Oya İşboğa ile çıkardığı ilk albümü “YAĞMUR”, ağırlıklı olarak Halil Karaduman bestelerinden derlendi.
Ayrıca; Zeki Müren, Attila Şanbay, Mehmet Erbulan’a ait parçaların yanı sıra anomim şarkıları da bünyesinde barındıran albümdeki eserler: Sensizliğim Bitmedi, Vuslat, Türk Kahvesi, Özleyince Beni Düşün Sadece, Bu Yağmur, Niçin A Sevdiğim, Kalpsiz, A İstanbul, Çubuğum Yok, Bülbül Aşıkmış Güle, Lütfen Çabuk Gel, Naz Barı& Elmas. 
Albüm, başta D&R’lar olmak üzere tüm müzik marketlerde bukunabilir.

Saz Sanatçıları; 
Kanun: Halil Karaduman 
Ud: Enver Mete Aslan 
Viyolonsel: Özgür Özgüler 
Keman: Baki Kemancı 
Kemençe: Name Yarkın 
Kontrbas: Umut Sel 
Akordeon: Şevket Aşıkuzun 
Piyano: Şevket Aşıkuzun 
Perküsyon: Ferruh Yarkın

Selam ve Sevgilerimle,
Attila ŞANBAY


20 Haziran 2012 Çarşamba

Şiir İçin (deneme)


 Her zaman söylerim; şiir yazmak zor iştir. En büyük sıkıntımsa, özellikle son dönemlerde şairlik ve şiir adına yapılan türlü maskalarlıklardır. 


 Adamın biri çıkıyor, bildiği tüm fiyakalı kelamları yan yana ve alt alta sıralayıp; ''bu bir şiirdir, bende bir şairim'' diyor. Ama ne! Ne düzen var, ne uyak, ne ölçü, ne de duygu... 


 Yüzyıla yakın bir zamandır, serbest ölçü formunda binlerce şiir yazıldı. İçlerinde gayet sanatsal olanları da var elbet. Fakat ben, şiirin ''şiirsellik'' taşıması gerektiğine inanırım. Özenli olmasını, üzerinde çok düşünülüp, gerekirse defalarca düzeltilip, her hecenin incelikle işlenmesi gerektiğini savunurum. 


 Gün batımı, ''gün battı'' diye anlatılamaz. Şair kişi, bir şeyi herkesin söylediğinden farklı söylemelidir. Söylem tarzı ve uslubu bir kenara bırakarak, şiire teknik ve biçimsel açıdan bakmak da çok gereklidir. 


 Bir şiirin duygusunu veren, onun iç ritmidir. İç ritm ise, şiirde aruz ya da hece ölçüsüyle sağlanır. Oysa şimdi bakıyoruz ki, bir çok şiirin mısraları, alelacele boy sırasına geçmiş ilkokul çocukları gibi bir uzun, bir kısa...Uyakları zaten aramıyorum bile artık. Anlama bakacak olursak, saatlerce düşünüp, ancak beş-on tane sonuç çıkartabiliyoruz. 


 Bir şair, şiirini yazarken saatlerce sıkıntı çekmeli, uykuları kaçmalı. Aklına her geleni dümdüz söylemek, tembelliktir. Öğneğin, hece ölçüsünü tutturmak çok güçtür. İki mısra anlamca birbirini tamamlasa bile, ölçü olarak örtüşmüyorsa, ölçüyü tamamlayacak başka kelimeler, tamlamalar aranmalı. Bağlaçlar ve pekiştirmeler kullanılmalı. Uyak tutmuyorsa, çeşitli uyak düzenleri denenmeli. En önemlisi de, tüm bunları yaparken anlamı ve anlatıyı bozmamalı, duygunun hep canlı kalması sağlanmalı ve şiiri taçlandıran ''edebi sanatlar'' mutlaka kullanılmalı. Ben böyle şiirleri, şiir olarak görüyorum. 


 İyi bir şiir, öyle sıkı işlenmiş olmalı ki, içinden tek bir heceyi yahut bağlacı bile çıkartsak, bir tek tuğlası yerinden oynadığında çöken bir yapı gibi çökmeli. Aynı zamanda ve tam tersine, öyle sağlam olmalı ki, dışarıdan ve sonradan hiçbir şey ekleyemeyelim. Ama günümüz şiirlerinin çoğu böyle mi? Değil bir hece, bir kaç dizeyi bile çıkartsanız değişen bir şey olmuyor. Yahut biraz uğraşsanız, kendi eklemelerinizle onu istediğiniz gibi uzatabiliyorsunuz, kendinize uyarlayabiliyorsunuz. Şiirde ustalık, onun ''değiştirilemezliğinde'' saklıdır. Şiirin ustası, o şiir için ilk ve son mısra arasında, yapılabilecek en son şeyi ve her şeyi yapmış olmalıdır. 


 Peki ya, şu çok moda olan şiir kasetleri ve disklerine ne demeli? Bir çok teknolojik cihazla, okuyanın sesine istenilen biçim veriliyor, geriden bir de duygusal bir müzik çalındı mı, alın size şiir! Yahu, o derinlikli ses tonuyla ve müzikle, ''imambayıldı'' tarifi bile okusanız, dinleyeni duygulandırırsınız elbet. Şiir, özünde yazılı bir formdur. Sadece sesli okumada değil, kağıt üzerinden takip edilirken de aynı duyguyu verebilmelidir ki, aslolan da budur. Gerçek şiir, işitme engelli bir insanı da, sadece okuduğu halde bile etkileyebilmelidir. 


 Özellikle son sözünü ettiğim durum ve benzeri şeyler, gözbağcılıktır, illüzyondur. İllüzyonun yeri ise edebiyat sahnesi değil, sirk çadırıdır. 


Saygı ve sevgilerimle,
Attila Şanbay

15 Haziran 2012 Cuma

HAYALET (Hayal et)

Ölüm bile başaramaz beni senden almayı, 
Özlediğin her zaman, yanına geleceğim 
Sonsuzlukta dolaşan o çaresiz ruhumla, 
O diyarlardan sana kalbimi vereceğim

Evet aşkım, bir gece hissedeceksin belki;
Yanağında dolaşan ılık öpücükleri,
Saçlarını okşayan elimi rüzgar sanıp,
Camlarını kapatıp, çekeceksin perdeni

Binbir alev yanacak vücutsuz hayalimde,
Ruhumun tül elleri sarınca vücuduna...
Dudaklarım titreyen dudağına değince,
Göz yaşlarım akacak, o incecik boynuna

Bir çığlık duyacaksın o an, ta uzaklardan
Tüylerin ürperecek, yüreğin sıkışacak...
Ve gireceğim içine, ılık bir nefes gibi;
Bedenim ayrılsa da, ruhum senle kalacak.

©Attila Şanbay

SEÇENEK

İnsan bir şeyi, elindeki tek seçenek o olduğu için yapıyorsa, o şeyi yapmasıyla yapmamış olması arasında bir fark yoktur. ©Attila Şanbay

Eşsiz Sevdalar

Parmak izi gibi eşsizdir her insanın sevdiği.
Ve bu sayede çözülür
Ayrılık süsü verilmiş cinayetlerin pek çoğu.
©Attila Şanbay

14 Haziran 2012 Perşembe

D&R Sitesinden AYNADAKİLER Hakkında Bazı Yorumlar:

D&R Sitesinden AYNADAKİLER Hakkında Bazı Yorumlar:

http://www.dr.com.tr/ReadAllReviews.aspx?pid=0000000326678

-Mükemmel Bir Roman-
Bu güne kadar okuduğum en iyi Türk romancı diyebilirim. Öykünün sıradışılığı, heyecanı, zeki kurgusu kadar Attila Şanbay'ın edebiyat kalitesi de çok yüksek. Bence yakında kült olacak bir yazar. Tanışın mutlaka.



-Çarpıcı-
Attila Şanbay, Türkiye'nin Stephen King'i diyebilirim. Ama daha bizden, aynı zamanda da daha dışa dönük. Harika bir roman dili ve düşmeyen bir temposu var. Ülkemizde böyle bir yazar olması sevindirici. Kesinlikle sıkmıyor ve sizi ilk sayfandan itibaren hikayeye bağlıyor. Bittikten sonra üzüldüğüm romanlardan biriydi Aynadakiler.



-İyi ki okumuşum bu kitabı-
Başucu kitaplarımdan biri oldu Aynadakiler. İlk sayfadan itibaren sizi hapseden ve zaman zaman sizi duvara tutup duvara fırlatan bir kitap. Sahneler, karakterler, olaylar örgüsü, heyecan, aşk,hüzün, mizah, gerilim, bilinmezlik diz boyu. Zeka ve edebiyat ustalığı kokan bir eser. Attila Şanbay'ın kalemi harika. Bildiğim kadarıyla yazarın ilk kitabı. yenilerini sabırsızlıkla bekleyecğim.



-süper-
iki kelimeyle 'hayran oldum' diyebilirim. üstelik dedim de. böyle bir yazarla aynı zamanda ve aynı ülkede yaşamak şans derim.



-Yeni romanı bilen var mı?-
Attila Şanbay' in yeni romanını yazdığını duydum. yeni kitabı Ne zaman çıkacak bilgisi olan varmı acaba?



-Türk Tarantino-
Bence Attila Bey in içine Tarantino nun ruhu kaçımış :) Süper bir insan. Hayran oldum..



-Keşke Daha Önce Okusaymışım-
Arkadaşlarım uzun zamandır tavsiye ediyorlardı. Fırsat bulamamıştım. Sonunda okumaya karar verdim ama nedendir bilmem biraz zor buldum. Keşke daha önce okusaymışım diyorum. Yazarın yeni kitaplarını merakla bekliyorum.



-Filmi Yapılmalı-
Bu kitabın mutlaka filmi yapılmalı

12 Haziran 2012 Salı

Değerli dostum, meslektaşım Ece Gamze Atıcı ve NAR'ı hakkında...


En sevdiğim şeylerden ikincisidir çok severek okuduğum bir kitabı, dostlarıma içtenlikle tavsiye etmek. Birincisi ise gidip o kitabı almak tabii ki... Fakat sevgili arkadaşım Ece, imzalı kitabını bana kendisi göndermek inceliğinde (!) bulunarak, beni bu ilkinden mahrum etti.

''Peki okumak eylemi senin için keyif değil mi?'' diyeceksiniz; öyle ya, bir kitabı almak ve tavsiye etmek arasında yapılan en önemli şeydir onu okumak. Yukarıdaki sıralamada bunu atlamış gibi görünüyorum. Ama atlamadım. Çünkü ben okumanın öncelikli amacının eğlenceden çok, mecburiyet olduğuna inanırım.

Neyse... Ece'ye içimden nankörce söylenerek bu asil görevimi yerine getirecekkken, annem benden önce davrandı ve kitabı elimden kaptı (aşağıda bir fotoğrafını göreceksiniz). İki gün içinde bitirdi, benim kitaplığım yerine, odasında bulunan kendi kitaplarının arasına koydu (sevdiği kitapları öyle yapar). Tabii ki gidip aşırdım ve ben de okudum.

Kitap yorumlamayı sevmem. Çünkü yetersiz kalır tüm söylenenler. Yazarın aylarını, nice emeğini ve duygularını vererek, on binlerce kelimede ortaya koyduğu bir şeyi, kısa cümlelerle ya da basmakalıp sözlerle (iyi veya kötü) yorumlamak bence hadsizliktir. 

Ben sevdiğim kitapları Sadece Tavsiye Ederim. Sevmediklerimi ise zaten hiç dillendirmem.

Şimdi de haddimi bilecek ve değerli dostum Ece Gamze Atıcı'nın kitabı NAR'ı, sadece ve içtenlikle tavsiye edeceğim. 

Aşağıdaki metinde, kendisi ve kitabı ile pek çok ayrıntı bulacaksınız. Ayrıca kitabı okuyan pek çok sanatçının, okudukları bölümleri kendi ses ve görüntüleriyle izleyebileceksiniz. (linklere tıklamanız yeterli)

Saygı ve sevgilerimle,
Attila Şanbay



ECE GAMZE ATICI’NIN ROMANI NAR
15 GÜNDE 2. BASKIYI YAPTI!  

NAR
 “Keder fena halde bulaşıcıdır.”


NAR, 21. yüzyılda yazılmış, bestesi Zeki Müren’e ait, bir kadınla bir adamın seslendirdiği tuhaf bir neşe ve keder hikâyesi.



Aşk hiç böyle anlatılmadı. NAR bir adamla bir kadının birlikte anlattıkları, iki parçadan oluşan bir roman. İki eski sevgili olan Timur ve Deniz’in hikayeleri okuyucuyu büyülü bir dünyaya sürüklüyor.

Timur, İstanbul’daki monoton hayatından sıkılmıştır. Hayatını değiştirmeye karar verir. Unutamadığı eski sevgilsi Deniz’in peşine düşer. Ama onu nelerin beklediğini hiç bilmiyordur. Deniz ise Timur’un kendisinin peşine düştüğünden habersiz, hayatına devam etmektedir. Ta ki Zeki Müren her ikisini bir rakı sofrasında buluşturana kadar…

NAR Timur ve Deniz’in, Zeki Müren şarkılarıyla birleşen dünyalarını okuyucuya açıyor. Kurgusuyla okuyucuyu şaşırtmayı başaran bu roman finaliyle de ezber bozuyor.

“Hoş geldin Timur,” demesiyle Deniz’e sarıldığım yerden ayrılıp hızla yere çakıldım. Saçlarını kestirmişti, zayıflamıştı, avurtları çıkmıştı… Ama değişmemişti yine de. Sevdiğim kadının aynıydı. Gerçekti. Tam karşımdaydı.”

“Hoş geldin Timur,” dedim sanki onu bekliyormuş gibi. “Hoş bulduk Deniz,” dedi sanki yıllardır kapıda aynı yüzle karşılanıyormuş gibi. Burada olmamdan hoşlanmadığını anladım.”

Birbirine teğet geçen ve bir türlü kavuşamayan iki sevgilinin trajikomik hikayesi beklenmedik bir olayla son buluyor.

NAR
Ece Gamze Atıcı
Haziran 2011
Feniks Kitap
416 sayfa



Yazar hakkında:
ECE GAMZE ATICI: 1978’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz dili ve edebiyatı okudu. Öğrenciliğinden itibaren çeşitli roman ve makale çevirileri yapmasının yanı sıra Sinema, Altyazı, Lull gibi dergilerde müzik ve sinema yazıları yazdı. Çevirdiği ilk roman, Philik K. Dick’in Ubik’i oldu. Ardından Yapı Kredi Yayınları için Cogito, Sanat Dünyamız ve Kitaplık’a Edward Said, Robert Fisk, Hubert L. Dreyfus gibi yazarların makalelerini tercüme etti. Galatasaray Üniversitesi iletişim stratejileri ve halkla ilişiler bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Bir süre İspanya’da kaldı. Salamanca Üniversitesi’nde çağdaş İspanyol edebiyatı dersi aldı. Medyada çalıştı. En sevdiği öğün kahvaltı.

Yazarı facebook’tan takip edin:
http://www.facebook.com/EceGamzeAtici

Öner Erkan, Nar’dan bir pasaj okuyor:
http://vimeo.com/25132260

Sarp Apak, Nar’dan bir pasaj okuyor:
http://vimeo.com/26063306

Kitabın teaserı:
http://vimeo.com/24765986

Erdem Irmak, Nar’dan bir pasaj okuyor:
http://vimeo.com/25397085

Pınar Ünsal, Nar’dan bir pasaj okuyor:
http://vimeo.com/25898401

Tansu Biçer, Nar’dan bir pasaj okuyor:
http://www.youtube.com/watch?v=eNV4sVWvRig



Ece Gamze Atıcı \ NAR hakkında:

*Kitabın tanıtımı için ünlü oyuncular kamera karşısına geçti. Kitaptan pasajların okunduğu kliplerden birinde, halen Kavak Yelleri’nde oynayan Sarp Apak rol aldı. Diğer oyuncular ise Öner Erkan, Erdem Irmak ve Pınar Ünsal ve Tansu Biçer.

*Yazar, kitabını üç yılda tamamladı.

*Kitabın teaser’ını halen “Yalan Dünya”da rol alan oyuncu Öner Erkan seslendirdi.

*Nar’ın kapak tasarımı ve teaserı Jeff Treves tarafından gerçekleştirildi.

*Yazar Ece Gamze Atıcı, kitabın erkek kahramanı Timur Erin’in oturduğu evi hayalinde canlandırmak için Kadıköy Moda’daki tarihi evleri gezdi. Bahsi geçen ev de halen Moda’da bulunuyor.

*Konusu Kadıköy, Beyoğlu ve Üsküdar’da geçen eseri “Bu bir İstanbul kitabı”olarak adlandıran yazar, Nar’ı da İstanbul’a ithaf ediyor.

*Kitabın DNR’larda satışı sırasında özellikle gençlere dağıtılmak üzere cookie’ler hazırlandı. Bu cookie’lerde “Birazdan bir kitap alacaksın ve hayatın değişecek”türü ibarelere yer verildi.

* Nar, Pudra.com’da “Tatile Giderken Alınacak Kitaplar” listesinde 6. sırada.

* Nar, kurgusuyla Zeki Müren, Fatih Sultan Mehmet ve Avusturyalı ünlü filozof Ludwig Wittgenstein’ı biraraya getiren eğlenceli bir roman.

* Nar’ın tanıtımı sırasında yeni bir edebiyat hareketi ortaya çıktı. Birçok genç oyuncu Nar’dan pasajlar okuyup videoya kaydediyor. Nar, gerilla pazarlama taktikleri sayesinde hızla yayılıyor.   

*Yazar, aynı zamanda bir Flamenko tutkunu ve 5 yıldır da Flamenko dansçısı.

*Nar’ın ana temalarından biri de dünyadaki keder salgını. Örneğin kitabın içinde “İslami keder örgütü HAY”diye bir örgüt var.

*Nar’da keder salgınına çare olmak için kurulan örgütler arasında “Selülite Karşı Olanlar” diye bir örgüt de var. 

*Yazar Ece Gamze Atıcı kitabın kahramanlarıyla ilgili olarak “Timur benim kadınsı, Deniz ise erkeksi tarafım”şeklinde konuşuyor.

*Ece Gamze Atıcı, Nar’ı rakı sofralarında geçen ilk gençlik yıllarından sonra yazdığını belirtiyor.

*Nar, edebiyatçıların “matruşka” olarak nitelendirdiği, tek bir parçanın içinde yüzlerce hikayeyi barındıran bir roman.

* Nar, 15 gün içinde 2. baskıyı yaptı. 



* Nar, 15 gün içinde 2. baskıyı yaptı. 

10 Haziran 2012 Pazar

9 Haziran 2012 Cumartesi

Mesut'a Başarılar

'Başlangıç'ın yazarı sevgili Mesut, yeni romanını kaleme alıyor. Her zamanki gibi destek ve başarı dileklerimle...

Attila Şanbay

31 Mayıs 2012 Perşembe

KANATLAR

‘’Kanatlarıyla uçup gelenler, kanatlarıyla uçup gidebilirler de. Meleklere güvenmeyin.’’ ©Attila Şanbay

24 Mayıs 2012 Perşembe

"Aşkımızın bitiş nedeni, yıllar önce ölmüş bir kadının şarkılarını dinleyerek sevişmemizdi belki de..." ©Attila Şanbay

21 Mayıs 2012 Pazartesi

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Enkaz

Ben yıkılmış bir kentten geldim, enkaz dolu yüreğim
Senin sarsıntın ne ki? Ölmeye talimliyim...

©Attila Şanbay │A.Ş.│

10 Mayıs 2012 Perşembe

'Hayalet Yazarlık' Projesi (Attila Şanbay)


Şirketler, kurumlar veya özel kişiler; Anı, Biyografi/Otobiyografi, Günlük, Kurumsal Kitap ve benzeri çalışmaları için, 'Hayalet Yazarlık' görüşmeleriyle ilgili bana ulaşabilirler.

Saygılarımla,
Attila Şanbay

İletişim: asanbay@hotmail.com

12 Nisan 2012 Perşembe

İzmir ve çevresinde bulunan okur dostlarım; 'Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin' kitabının yazarı Sevgili Seda Özay'ın imza günü, 17. Tüyap İzmir Kitap Fuarı'nda, 15 Nisan Pazar günü, 2.Salon- 707b'de bulunan 'Önce Kitap' sergiliğinde yapılacak. Bilginize, sevgilerimle...

İzmir ve çevresinde bulunan okur dostlarım; 'Bir Daha Yüzümü Görmeyeceksin' kitabının yazarı Sevgili Seda Özay'ın imza günü, 17. Tüyap İzmir Kitap Fuarı'nda, 15 Nisan Pazar günü, 2.Salon- 707b'de bulunan 'Önce Kitap' sergiliğinde yapılacak. Bilginize, sevgilerimle...

2 Nisan 2012 Pazartesi

http://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity.html

Videonun altındaki dil seçeneğinden, istediğiniz dilde alt yazıyla izleyebilirsiniz... Çok doğru tesbitler...

http://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity.html

29 Mart 2012 Perşembe

Yazmak Üzerine Küçük Tavsiyeler-1 │A.Ş.│ (Bu not zaman zaman güncellenecek ve yeni bilgiler de eklenecektir. Takip ediniz.)



YAZMAK ÜZERİNE KÜÇÜK TAVSİYELER-1

Şimdi efedim, şöyle; yeni yazmaya başlayan -benden yeni- (aslında böyle bir giriş yanlıştır) ya da yazan bazı arkadaşlarım, benden bazı tavsiyeler istiyorlar. Onlara toptan bir iki küçük tavsiyede  bulunmak istedim. 

İstedikleri tavsiyeler genellikle, yayınevi bulmakla ve benzeri şeylerle ilgili. Fakat ben onlara, önceliği olan ve daha hayati bir kaç küçük tavsiye vereyim. 

Yıllar boyunca çok ve çok okumanın gerekliliğinden söz etmeyeceğim bile. Yeteneğin olmasından da söz etmiyorum. Bunlar zaten olması gerekenler. Bunların üstüne eklenecek şeyler; dilbilgisini çok iyi bilmek, okudukları kitapları sadece harfler ve diğer sembollerden ibaret görmemek, kendilerine has bir anlatım (yazım/roman) dili geliştirmek, her fırsatta roman okur gibi imla kılavuzu ve sözlük okumaktır. 

Kurdukları cümlelere dikkat etsinler. Pasif cümlelerden mümkün olduğu kadar uzak dursunlar, çok gerekmedikçe aktif cümle yapsınlar. Sonracığımaa... hah! Zarfları kullanmayı bir kenara bıraksınlar. En doğru ve sağlam cümle, her zaman, özne ve yüklemin arasının en kısa olduğu cümledir. Öğneğin, ''Gözlerini sımsıkı kapattı'' demek yerine, ''Gözlerini kapadı'' demek daha etkili ve iyidir. Sımsıkı'ya gerek yoktur. Çünkü zaten siz hikayenizi iyi anlatabilmişseniz, okur, karakter ya da tipinizin o sahnede gözlerini nasıl kapattığını anlayabilecektir. Bazı şeyleri okura bırakın. Bırakın okur kendi hayal gücünü kullansın. Her şeye müdahale etmeyin ve ders verir gibi cümleler kurmayın. Zarflarla dolu cümlelerden oluşan bir kitap sizi, yazarlar cehennemine gönderir. Öte tarafta bunun hesabını veremezsiniz :) Ve çok zarf kullanmak aslında korkaklığınızın bir işaretidir. Anlamı güçlendirememek korkunuzun... Bu korkuyu aşın. 

Hormonlu diyalog ifadeleri de sizi cehenneme gönderecek bir başka şeydir. ' ''Dokun bana'' ve dudakları arzuyla aralanırken bakışları baygınlaştı.' Bu ne yahu! Böyle bir ifade ancak, yaşlı teyzelerin yaşlı teyzeler için yazdıkları, yaşlı teyze kitaplarında olur. En iyi diyalog ifadesi, 'Dokun bana dedi'dir. 'Dedi', 'Diye sordu'... sadece bunu yapın. Sadece bunu... ' ''Dokun bana'' dedi' yazın. Okurunuz zaten o sahnenin gelişimden, bunu söyleyen karakterin, bunu söylerkenki ifadesini hayal edecektir. 

Galat-ı Meşhur dediğimiz, yaygın söylem yanlışlarını ve kalıplaşmış yanlışları iyi bilin.(Bir örnek) ''Teşekkürler'' demek aslında yanlıştır. Çünkü Teşekkür kelimesi zaten, tek başına çoğul bir kelimedir. Arapça, Şükür/Şükran kelimesinin çoğuludur. Yani ''Teşekkürler'' dediğinizde, ''Şükranlar-lar'' gibi saçma bir şey demiş olursunuz. (Evraklar'da olduğu gibi) Galat-ı Meşhurlara dikkat! 

Okuru süründürmeyin. Gerekmeyen bir sahneyi fazla uzatmayın. Edebi sanatları iyi öğrenin. Zaten beş altı tane kadardır. Sanat yapın ama sündürmeyin, esnetmeyin. Sahne geçişleriniz bir anda ama bağlantılı olsun. Okuru Konya Ovası'nda yolculuğa çıkarmayın, saatlerce ve günlerce aynı düzlüğe ve ağaçlara bakmaktan canları sıkılır. Size Kefken yollarını tavsiye ederim. Ani virajlarla doludur bu yol, sürekli dikkatli ve uyanık olmayı gerektirir, heyecanlıdır. Okurunuzu bu yolda seyahate çıkarın. Verdiği bilet parasına ve yolculuğa ayırdığı zamana üzülmeyecektir. (şoförü gırtlamak da istemeyecektir) 

Her işi editörünüze bırakmayın. Yazdığınız şeylerin doğruluğunu defalarca gözden geçirin ve kendinize karşı acımasız olun. Gerekirse yüz sayfayı birden, gözünüzü bile kırpmadan yırtın (ya da geri dönüşüm kutusuna gönderin) Örneğin bir çok editör bile şunu bilmez, ama ben size açıklayacağım; Türkçe'miz, çok incelikli bir dildir. Bu inceliklerden biri, insanı yüceltmesi ve diğer canlılar ile eşyadan üstün tutmasıdır. Türkçe'de -ler, -lar ekleri çoğul ekleri olduğu kadar, aynı zamanda saygı ifadeleridir. ''Müdür Beyler'' derken olduğu gibi. Müdürden söz ederken tek kişi ifade edildiği halde, -ler ekiyle o makam sahibine bir saygı sunuşu vardır. Şimdi, bunu anladığımıza göre şu cümleye bakalım, ''Köpekler koşuyorlardı'' bu yanlış bir ifadedir. Doğrusu, ''Köpekler koşuyordu'' olmalıdır. Çünkü dilimizde ancak, failin (çoğul) İNSAN olduğu eylemlerin fiili çoğul yazılır. Bunun nedeni, az önce söz ettiğim insana saygı inceliğinden kaynaklarınır. ''Çocuklar koşuyorlardı'' bu cümle doğrudur. ''Çocuklar koşuyordu'' cümlesinin yanlış olduğu kadar... (Dediğim gibi, bu ince detayı pek çok yazar da bilmemektedir. Bu bilgiyi paylaştığım için teşekkür çiçeklerinizi adresime gönderebilirsiniz) 

'mı'lara, 'mi'lere ve 'de' ile 'da'lara da girmeyeceğim. Zaten bunları bilmiyorsanız kendinize başka bir iş bakın. 

Başka, başkaaa? .. Neyse, şimdilik bu kadar yeterli. Aklıma geldikçe başka şeyler de paylaşırım sizlerle. Bunlar sadece yazıma ilişkin bazı tavsiyelerdi. Bu işin başka yönleri de var elbet; hikaye oluşturmak, iskelet, plan çıkarmak vesaire... 

Tüm bunların üstüne, benim çok mu doğru yazdığımı sorgulayabilirsiniz. Elbette benim de hatalarım var. Ama siz imamın yaptığını yapmayın, dediğini yapın. 

Tekrarlıyorum, grameri (dil bilgisini) çok iyi öğrenin. bu konuda Türk Dil Kurmu adlı kuruluşun yayınlamış olduğu çok güzel bir eser var, İmla Kılavuzu :) Bol bol okuyun. Ve elbette yazı yazma sanatı üzerine yazılmış diğer öğretici kitapları da özümseyin. 

Özgün olmak adına komik ve tuhaf hikayeler aramayın. Mark Twain'in dediği gibi, ''İyi bir şey söylediğinde, dünyada bunu kendisinden önce söyleyenin olamadığını bilen tek insan Adem'di.'' Anlatılmamış hikaye yoktur, kendinizi zorlamayın. Sadece iyi bir hikayenizin olması yetmez. Nasıl anlattığınız daha önemlidir ve sizi özgün kılan da budur. 

Bunların pek çoğunu yaparsanız, zaten yayınevi hakkında tavsiye sormanıza gerek kalmayacaktır. Onlar sizi bulurlar :) Düşüneceğiniz en son şey, kitabınızın kaç satacağı ve ne kadar para kazanacağınız olsun. 

Tekrar görüşeceğiz. 'Sizinle tekrar görüşeceğiz' değil, 'Tekrar görüşeceğiz' :) 


©Attila Şanbay │A.Ş.│


 (Bu not zaman zaman güncellenecek ve yeni bilgiler de eklenecektir. Takip ediniz.)

Attila Şanbay, Okurlarını Kazıklamaz...



Attila Şanbay, okurlarını kazıklamaz!

-Kitap sayfalarının 'tamamını' kullanır.

-Paragraflar arasında, '2', '3' değil, 'Tek' satır boşluk bırakır.

-Baskıda, 'okunabilecek en küçük punto'yu kullanır. Ve bu sayede onun 1 sayfası, başka pek çok kitabın 1,5 sayfasına denk gelir.

-Bölüm başları sayfanın 'yarısından' değil, sayfanın 'tepesinden' başlar.

-Bir ton kalın olan değil, olması gereken kalınlıktaki kağıdı tercih eder.

Tüm bunlar ne demektir?

Sizin, SADECE 'Yazılan Şey'e para ödemeniz demektir. Bir kitabın sayfa sayısı ve kalınlığı ne kadar artarsa, fiyatı da o kadar artar demektir.

Attila Şanbay'ın, kağıt parçaları yerine, sizlere bir hikaye satması demektir.

İşte bu yüzden bu adamın kitapları ucuzdur; kağıt değil, severek okuyacağınız bir hikaye satın alabilmeniz için...

Sizi seviyorum,

Başka sorusu olan?

©Attila Şanbay │A.Ş.│

Ustalardan Yazar Adaylarına Tüyolar




Ustalardan Yazar Adaylarına Tüyolar

Ernest Hemingway, yazar adayları için en iyi egzersizin gidip kendilerini tavana asmaları olduğunu söylüyor. “Kadınlara elinizin tersini göstermelisiniz. O zaman belki önünüzde sürünürler” diyen maço William Faulkner başarıyı kadınlara benzetiyor. (Onun bu kadar maço olmasından pek hoşlanmadım ama çok okumuş, hatta talih mi talihsizlik mi olduğunu kestiremediğim bir şekilde çok yazar tanımış biri olarak, yazarların yüz yüze geldiğinizde muazzam bir insanı hayal kırıklığına uğratma kapasitesi olduğunu da söylemek isterim.) Truman Copete yazarın üslubunun göz rengi gibi doğuştan belirlendiğine, yani değiştirilemeyeceğine inanıyor. Stephen King, bütün romanlarının aynalarımızdaki çatlaklardan faydalanılarak yazıldıklarını itiraf ediyor. İşte Paris Review dergisinde yayınlanrmış yazar röportajlarından alıntılar…

Ernest Hemingway: Git kendini tavana as!

Yazar adaylarına önereceğiniz en iyi zihinsel egzersiz nedir?

İyi yazmayı güç bulduğu için gitsin kendini tavandan assın derim. Sonra da hiç acımadan ipi kesip kendini yazmaya zorlamalı. Bu durumda yazmaya başlarken elinde en azından ipe çekilme hikâyesi olur.

Yaratıcı bir yazar olarak sanatın işlevinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Gerçeğin kendisi yerine niçin temsilini tercih ediyorsunuz?

Bunda şaşıracak ne var? Olmuş şeylerden, varolan şeylerden ve bütün bildiklerinizden ve bilemeyeceklerinizden bir şey ortaya çıkarıyorsunuz ve bu bir temsil değil, tamamen yeni bir şey, bütün gerçek ve yaşayan her şeyden daha doğru. Siz ona can veriyorsunuz ve eğer bunu iyi yaptıysanız ölümsüzleştiriyorsunuz. İşte bu yüzden yazıyorsunuz ve bildiğiniz başka hiçbir sebep yok. Ve başka hiç kimsenin bilemeyeceği diğer bütün sebepler.

William Faulkner: Başarı kadın gibidir, önünde eğilirseniz ezer geçer

Bir yazar için en iyi çalışma ortamı nedir?

Sanatın çalışma ortamıyla alakası yoktur. Bana teklif edilen en iyi iş bir genelevi işletmekti. Bana göre, bir sanatçının çalışması için ideal bir yerdir. Mükemmel bir ekonomik özgürlük; aç kalma korkusu yok; başını sokacak bir yerin var ve birkaç basit hesaba bakmak ve her ay gidip bölgedeki polise para ödemekten başka yapacağın bir şey de yok. Sabahları etrafta çıt olmaz, akşamları eğer sıkılmışsa katılabileceği yoğun sosyal bir yaşam vardır. Ev sakinlerinin hepsi kadın olduğu için de hürmet gösterir, sizi “Beyefendi” diye çağırırlar. Mahalledeki bütün kaçakçılar da “Beyefendi” diye çağırır ve polislere ilk isimleriyle hitap edebilir. Yani bir sanatçının ihtiyacı; fazla masraflı olmayan huzuru, yalnızlığı ve eğlence bulabileceği bir yerdir. Bütün yanlış seçilmiş yerler sanatçının tansiyonunu yükseltir, zamanının çoğunu hayal kırıklığı veya kızgınlıkla harcamasına neden olur. Tecrübelerime göre, benim işim için ihtiyacım olan şeyler kâğıt, tütün, yiyecek ve biraz viskidir.

Yazarın ekonomik özgürlüğe de mi ihtiyacı yoktur?

Hayır. Tek ihtiyacı olan şey kâğıt ve kalemdir. Para karşılığı yazılmış iyi bir şeye rastlamadım hiç. Bir yazar, ancak kötü bir yazarsa zamanı veya ekonomik özgürlüğü olmadığı gibi özürlerin arkasına sığınır. İyi bir sanat eseri hırsızlar, kaçakçılar veya at bakıcılarından da çıkabilir. İnsanlar gerçekte zorluğa ve yoksulluğa ne kadar dayanabileceklerini keşfetmekten korkarlar. Ne kadar güçlü olduklarını keşfetmekten korkarlar. Hiçbir şey iyi bir yazarı yok edemez. İyi bir yazarı yok edecek tek şey ölümdür. İyi yazarların başarıyla veya zengin olmakla uğraşacak zamanları yoktur. Başarı kadınsıdır ve kadına benzer, önünde eğilirseniz, üzerinizden ezer geçer. O yüzden kadınlara elinizin tersini göstermelisiniz. O zaman belki önünüzde sürünürler.

Truman Capote: Yazdığnız şey portakal gibi olmalı

Öykü tekniğinizi nasıl geliştirdiniz?

Öykü, sadece kendi doğallığında anlatılırsa doğru biçime ulaşır. Yazdığınız öykünün doğal olup olmadığını test etmek için bakacağınız şey şudur: Onu bir portakal gibi kesin. Doğanın tam olarak kusursuz yaptığı bir şey olan portakal gibi.

Bir yazar üslup edinebilir mi?

Hayır, insan uğraşarak gözünün rengini değiştirebilir mi? Aynı şekilde üsluba da bilinçle ulaşılabileceğini sanmıyorum. Her şey bir yana, üslup insanın ta kendisidir.

Eleştirinin yapıcı etkisi var mıdır sizce?

Bir eser yayınlanmadan önce fikirlerine güvendiğiniz birisinden aldığınız eleştirinin tabi ki yapıcı etkisi olur. Ama yayınlanmasından sonra eser hakkında sadece övgüleri duymayı ya da okumayı isterim. Hayattat çok hakarete uğradım hâlâ da uğruyorum, bazıları tamamen kişisel ama artık hiçbirini umursamıyorum. Hakkımda yazılmış en ağır iftiraları bile okurken kılım kıpırdamaz. İşte benim tavsiyem; asla ama asla bir eleşirmene cevap vererek kendinizi küçük düşürmeyin. İstediğiniz kadar hayali mektuplar yazabilirsiniz ama sakın düşündüklerinizi kâğıda dökmeyin.

Stephen King: Aynadaki çatlak

Biz insanlar nelerden korkuyoruz?

Kaos. Yabancılar. Değişiklik. Beklenmedik aksaklıklar. Ani hareketler. The Mist isimli kısa romanım bir kasabanın üstüne çöken sisi anlatıyor ve süpermarkette kapalı kalmış birkaç kişiyi… Kasa kuyruğunda elinde bir kutu mantarla bekleyen bir kadın var. Pencereye doğru gidip inen dumana bakarken mağaza müdürü kutuyu elinden çekip alıyor. Kadın, “Versene mantarlarımı” diye söylenir. Kasa kuyruğundayken biri mantarlarımızı elimizden çekecek diye korkarız.

Bu durumda sizin romanlarınızdaki ana konu bu korku mudur?

Yaptığım şey aynadaki küçük bir çatlak. Her insanın yaşamında nedenini anlayamadığı bir şeylerle uğraşmak zorunda kalacağı bir nokta olur, bu doktorun kanser teşhisini açıkladığı an da olabilir, aptalca bir telefon şakası da. Bu yüzden ister hayaletlerden, ister vampirlerden ya da yolun sonunda oturan Nazi savaş suçlularından söz edin, aslında anlattığımız aynı şey; sıradışı olanın sıradan yaşama tecavüzü ve bunun nasıl üstesinden geldiğimiz. İşte bu durum, karakterimiz ve başkalarıyla, toplumla etkileşimimiz hakkında birçok şey koyuyor ortaya, aslında bunlar da beni canavarlardan, hayaletlerden, gulyabanilerden daha çok ilgilendiriyor.



Romancı gerekirse soygun yapar, dilenir veya çalar


Faulkner’a göre romancılığın üç sırrı var: Yüzde 99 yetenek,  yüzde 99 disiplin, yüzde 99 çalışmak… “İnsan yaptığıyla hiç yetinmemeli. Hiçbir zaman yapılabilecek kadar iyi olmaz yapılan. Her zaman hayal kurup yapabileceğini düşündüğünden daha yukarıya koy çıtayı. Sadece öncekilerden ya da aynı dönemdekilerden daha iyi olmaya çalışma. Kendinden daha iyi ol. Sanatçı gözünü karartıp kendisini işine kaptırandır. Neden böyle olduğunu bilmez ve çoğunlukla da bunu düşünemeyecek kadar yoğundur. İşini yapabilmek için gerekirse soygun yapar, ödünç para alır, dilenir veya birinden ve herkesten çalacak kadar ahlaki değerlerden yoksundur.” Yazarın Odası’nda efsane dergi The Paris Review’da 1950′lerden bugüne yayınlanmış bazı yazar söyleşileri yer alıyor. Aralarında William Faulkner, Ernest Hemingway, Jorge Luis Borges, Truman Capote ve Stephen King de var. Buradaki önsözü ise Orhan Pamuk kaleme almış…



Bu kitaptaki Faulkner röportajını 1977′de kutsal bir metin gibi okudum. 25 yaşındaydım. Boğaz’a bakan bir apartman dairesinde annemle oturuyor, kitaplarla çevrili bir arka odada sürekli sigara içerek ilk romanımı bitirmeye çalışıyordum. İlk romanı yazmak, insanın kendi hikâyesini bir başkasının hikâyesi gibi anlatmayı öğrenmesi değildir yalnızca. Aynı zamanda insanın kendini bir romanı baştan sona tutarlı bir şekilde hayal edebilecek ve bu hayal ettiği şeyi de kelimelere, cümlelere geçirebilecek bir kişiye dönüştürmesidir… Romancı olmak için mimarlık okumayı da bırakmış, kendimi eve kapamıştım. Şimdi nasıl bir insan olmalıydım?


Bir yazar nasıl gerçek bir romancı olur?


Yüzde 99 yetenek… yüzde 99 disiplin… yüzde 99 çalışmak. Yaptığıyla hiç yetinmemeli. Hiçbir zaman yapılabilecek kadar iyi olmaz yapılan. Her zaman hayal kurup yapabileceğini düşündüğünden daha yukarıya koy çıtayı. Sadece öncekilerden ya da aynı dönemdekilerden daha iyi olmaya çalışma. Kendinden daha iyi ol. Sanatçı gözünü karartıp kendisini işine kaptırandır. Neden böyle olduğunu bilmez ve çoğunlukla da bunu düşünemeyecek kadar yoğundur. İşini yapabilmek için gerekirse soygun yapar, ödünç para alır, dilenir veya birinden ve herkesten çalacak kadar ahlaki değerlerden yoksundur.


Cemaatin taleplerinin her şeyin önüne geçtiği bir ülkede Faulkner’dan bunları okumak iyi geldi. Penguin Yayınevi’nin ayrı ciltlerde topladığı Paris Review röportajlarının hepsini İstanbul’a getirtip dikkatle ve mutlulukla okudum. Yavaş yavaş bütün gün bir masada oturup çalışmayı, kâğıdın kalemin kokusuyla bir odada yalnız kalmayı hiçbir zaman kaybetmeyeceğim bir alışkanlık haline getiriyordum. Yazması dört yıl alan ve sonunda altı yüz sayfayı bulan ilk romanım Cevdet Bey ve Oğulları’nın bir yerinde takıldığımda, sigara kokulu küçük odamdaki masadan içgüdüyle kalkar, umutsuzlukla divana kendimi atar, yeniden okuduğum Faulkner’in, Nabokov’un, Dos Passos’un, Hemingway’in ya da Updike’ın bir röportajıyla yazarlığa inanmaya, yolumu bulmaya çalışırdım. Röportajları öncelikle bu yazarların kitaplarını sevdiğim için, onların yazarlık sırlarını, roman dünyalarını nasıl kurduklarını anlarım diye okuyordum. Ama hiçbir kitabını okumadığım, çok az tanıdığım şairlerin, yazarların Paris Review röportajlarını okumak da beni mutlu ediyordu. Bu röportajları gençlik yıllarımda yeniden yeniden okurken içimde esen duyguları birbirlerinden ayırmaya çalışayım:


1. Paris Review röportajları, yazarların tanıtmak zorunda kaldıkları son kitapları ya da eserleri üzerine değildi. Artık ünlenmiş, herkes tarafından kabul edilmiş yazarlar burada çalışma alışkanlıklarını, meslek sırlarını, nasıl yazdıklarını, kırılganlık anlarını, zorluklarla nasıl baş ettiklerini anlatıyorlardı. Onların tecrübelerini ben de hızla öğrenmeliydim.


2. Tıpkı kitapları gibi bu yazarların çeşit çeşit alışkanlıklarını, bazı küçük huylarını (masada her zaman kahve olmalı), inatlarını, sıradışı tuhaflıklarını kendime örnek alıyordum. Otuz üç yıldır romanlarınmı kareli kâğıtlara elle yazıyorum. Bazan kareli kâğıt benim yazma alışkanlıklarıma iyi uyduğu için diye düşünürüm… Bazan da sevdiğim iki yazarın, Thomas Mann’ın ve Jean Paul Sartre’ın romanlarını kareli kâğıda yazdıklarını o günlerde öğrendiğim için…


3. Yaşıtım diğer genç Türk yazarlarıyla arkadaş değildim ve bu yalnızlığım geleceğime ilişkin korkumu artırıyordu. Bu röportajları okurken yalnızlığımı unutuyordum. Benimki gibi pek çok ruh olduğunu, isteklerim ve başarılarım arasındaki uzaklığın tabii olduğunu, günlük hayattan sıkılmamın hastalıklı değil, akıllıca bir şey olduğunu ve beni hayal etmeye ve yazmaya zorlayan pek çok küçük takıntımı sevip kabul etmeyi de yazar röportajlarını okurken öğreniyordum.


4. Bir roman yazarın kafasında ilk nasıl belirir, gelişir, hikâye nasıl planlanır ya da hiç planlanmaz gibi roman yazma konularında Paris Review röportajlarından çok şey öğrendiğimi hissederim hep. Bazan da bu röportajlarda okuduğum bir çeşit roman anlayışına, kendi kendime öfkeyle karşı çıkarak roman hakkında kendi düşüncelerimi geliştiririm.


5. Gençliğimde, hayranlık duyduğum yazarların hayat hikâyelerini ve Flaubert’in mektuplarını okuyup edebi modernizmin ahlakını -her ciddi yazar için kaçınılmaz olan ahlakı- benimsemiştim: Edebiyatı kendi güzelliği için sevmeli, kendimi sanata hiçbir karşılık beklemeden bütünüyle vermeli ve üne, başarıya ve ucuz ilgiye sırtımı dönmeliydim. Faulkner’in ya da başka yazarların bu ideallere bağlılığını dürüstçe ve içtenlikle ifade etmelerini okumak maneviyatımı düzeltirdi. Yazarlığımın ilk yıllarında, kendime ya da geleceğime güvenimin sarsıldığı zamanlarda bu röportajları yeniden yeniden okur, güvenimi ve kararlılığımı geri kazanırdım.
Yıllar sonra aynı sayfalarda kendim de röportaj verdikten sonra bu konuşmaları yeniden okumak bana gençliğimin umutlarını ve endişelerimi hatırlattı. 30 yıl sonra bu konuşmaları, onların beni yanlış bir yola sürüklemediğini bilerek, aynı heyecanla okuyor ve edebiyatın vereceği zevkleri ve huzursuzluğu içimde aynı güçle hissediyorum.


(egoist okur'dan alıntı)